Ben hayatın bir başı ve bir de sonu olduğunun bilerek yaşanmasından yanayım. İnsan bedenin de tıpkı bir yiyecek gibi ya da kıyafet gibi bir son kullanma tarihi olduğunu bilmek gerekir. Hayata buradan baktığınızda hırslardan, tutkulardan daha ayrılmış perspektifle daha dostane daha barışçıl bir bakış açısı yakalanabilir. Bu günlerde buradaki yaşantımızdan keyif almanın adı bir tür psikopatlıktır. Çevrenizde bunca acı varken sizin mutlu olmanız ancak nasır tutmuş bir kalple mümkün olabilir.
Birçok katliamın din ve maneviyat adına yapıldığı geçmişte ve günümüzde meseleye şu açıdan bakmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. İnsanlar kıymetli eşyalarını ya bankalarda ya da evlerinin kuytu bir köşesinde diğerlerine göstermeden saklarlar. Peki, maneviyat bu kadar ucuz bir şey midir ki günü birlik toplantılarda televizyonlarda ilan panolarında neredeyse pazarda tezgâhlarda sergilenir hale gelmiştir. Eğer maneviyatınız gerçekten değerliyse bu kadar ortalığa dökmezsiniz. Bu kadar ortalığa dökülen maneviyatın da değersiz olduğunu peşinen söyleyebiliriz. Yine bu ortamda geçmişte yaşamış manevi adamların bazı lafları- ki bunların başında Yunus Emre gelir- ulu orta kullanır hale gelmiştir. Ancak bilinebilir ki anlamadığınız ve yaşamadığınız bir durumun özeti olan özlü sözleri birilerinden aşırıp pazarlamaktadır. Eğer aksi olsaydı “Yaratılanı Severiz Yaratandan Ötürü” dedikten sonra kendi gibi düşünmeyen vatandaşlarına bu muamele reva görülemezdi. Demek ki bu laf sadece kuru bir laftan ibarettir. Keşke öyle olmasaydı…
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında Bizanslı rahiplerin meleklerin cinsiyetini tartıştıkları alaycı bir şekilde anlatılırdı. Ancak Osmanlının son dönemlerinde ulemanın ziya kelimesi zı ile mi yoksa dad ile mi yazıldığını tartıştığı gözlerden ırak tutulmaktadır. İşte bu nedenle bile laiklik vazgeçilmez bir ilkedir. Bu kadar boş tartışmalarla toplumun avare edilmesi hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.
İyi bir mühendisin, iyi bir doktorun, iyi bir hâkimin vb. aynı zamanda sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlarda da bir şeyler bilen olduğunun altı çizilmelidir. Yani bir müzik aleti çalamıyorsanız, felsefeden anlamıyorsanız, iyi bir müzik dinleyicisi değilseniz sizden iyi bir doktor, hâkim, mühendis olmaz. Maalesef Türkiye’de bu kısırlığı zerremize kadar hisseder hale geldik. Yapılan sanat eserlerine bir sanat eleştirmeni edasıyla laf söyleyen bir yönetimle karşı karşıyayız. Felsefeyi” aklın hapishanesi” olarak gören bir zihniyetle yine felsefeyi “aklın kâinatı anlama şeklidir” diyen bir anlayış aynı kefede tutulamaz.
Biz Türkiye’de insanların kısır tartışmalar içinde bulunmalarını değil yaşam kalitelerini daha da arttırarak hayattan keyif almalarını sağlayacak bir yönetim anlayışını özlemekteyiz. Ancak hem dünya hem Türkiye noktasında mevcut sistemlerin buna cevap vermesi mümkün değildir. Biz bu milletin ekmeğine aşına göz koyanları bilmesini isteriz.” En umutsuz zamanda bile umudun olduğunu” bize Mustafa Kemal öğretmiştir. O yüzden yalnız ve güzel ülkemizi hiçbir zaman sevmekten ve korumaktan vazgeçmeyeceğiz.
Bizim ne türbanda ne Kürtlerle ne Ermenilerle ne de diğerleriyle, kardeşlikten başka hiçbir amacımız ve arzumuz yoktur. Toplumsal aşamamızın gereği olan kurallar içerisinde ve bireysel özgürlüklere saygı göstererek bir arada yaşamayı biz zaten biliyoruz ve yaşadık. Ancak bugün sanki
öyle değilmiş gibi, sanki bütün bu dallar aynı ağacın gövdesinden çıkmıyormuş gibi insanlara ayrıştırma tohumları zerk edilmektedir. Bütün bunların ışığında halkıma hizmetten başka onların haklarını korumaktan başka onların haklarını yamyamlara yedirmemekten başka bir gayem yoktur. Unutmamak gerekir ki tarihin akışı içerisinde kırılma noktalarında aktörler bir kişidir. Atatürk de bir kişiydi. Hz. Muhammed’te bir kişiydi. Mevlana da bir kişiydi. Hacı Bektaş da bir kişiydi. Büyük İskender’de bir kişiydi. Cengizhan’da bir kişiydi. Herkes kendini böyle görsün. Bugün ben sahnedeyim. Yarın mutlaka biliyorum ki sizlerden birisi olacaktır. Ben o gün geldiğinde seve seve bayrağı gelen kardeşime teslim edeceğim.
Hiçbir zaman tarafsız olmadım ve hiç kimsenin de tarafsız olduğuna inanmıyorum. Ancak benim tarafım gerçeğin tarafıdır. Çağdaşlığın tarafıdır. Hukukun tarafıdır. Mazlumun tarafıdır. Ve tam bağımsız Türkiye’nin tarafıdır.