Türkiye Atatürk’le başlayan, aydınlanma dönemini büyük sancılarla yaşamaya devam etmektedir. Sanayi devrimini henüz tamamlayamamış Türkiye’nin birden bire bilgi çağıyla karşı karşıya kalması Türk toplumunun kolektif zihnini iyice karıştırmıştır. Sınıfsal oluşumlar henüz yeterli ve güçlü olmadığı için partileşme süreçleri dini ya da milli temelde şekillenmiştir. Hal böyle olunca bugün ki tablo ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda Türkiye’nin bölgede güçlü bir ulus devlet modeli olması uluslararası sermayeyi rahatsız etmekte, Türkiye’nin mikro milliyetçilik mikro dincilikle yeniden dizayn edilmeye çalışılmasının altında bu ulus devlet yapısının değiştirilmesi amaçlanmaktadır. Türkiye’de köy derneklerine kadar parçalanmış bir yapıyı demokrasi özgürlükler açısından ele almak yerine, Türkiye’nin her düzlemde ayrıştırılmaya çalışılmasının bir sonucu olarak görmek daha yerinde olur. Türkiye insanlığa orijinal bir model sunmak istemiştir. Ne yazık ki Atatürk’ten sonraki dönemde aynı vizyona sahip yönetici ve yönetim kadrolarının olmaması sebebiyle Türkiye yolundan sapmıştır. Türk ulusuna söylenen bir sürü yalanla Türklerin bu coğrafyada etkisiz bir devlet olması için zemin hazırlanmaktadır. Örneğin; “Türkler kuzu gibidir. Hiç seslerini çıkarmazlar.” eleştirisini kendi içimizde de bir sürü gazeteciden, yazardan, politikacıdan duyarız. Oysaki dünya üzerinde Anadolu coğrafyası ve Meksika haricinde bu kadar çok isyanın çıktığı bir coğrafya daha yoktur. Aynı şekilde Türklerin orta Asya’dan geldiği tartışılıp durmaktadır. Hiç düşündünüz mü dünya da neden başka milletlerin nerden geldiği tartışılmazken sürekli bizim nerden geldiğimiz tartışılıp durmaktadır. Bu Misak-i Milli sınırları içerisinde yaşayan bizlerin kendimizi bu topraklara ait olduğumuzu hissettirmemek için uydurulmuş spekülatif ve uydurma bir cümledir. Atatürk’ün ve bizlerin
Türklükten anladığı bir kafatasçı anlayış değildir. Tam aksine “Ne Mutlu Türküm Diyene” anlayışıdır. Bugün Türkiye’de tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi Türküm demek bir ırka mal edilen ırkçı bir söylemmiş gibi ayıp. Tam tersine kürdüm demek demokrasi ve özgürlük için gerekli ve yeter şartmış gibi kabul edilmektedir. Türkiye’nin çıkış yolu onu bunu taklit ederek ondan bundan emirler alarak değil kendi insanlarının orijinal fikirlerini benimseyerek hurafelerle dini bir ayrıştırma malzeme gibi toplumun içine zerk etmeyle değil insanlara maneviyatlarında özgür bırakarak bilimde, sanatta, edebiyatta çok çalışmayla başarılabilir. Bizler bütün bunları yapmak için en büyük olduğunu bir kez daha şu günlerde kanıtlayan ve bizim hiç şüphemizin olmadığı Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi “Muhtaç Olduğumuzu Kudretin Damarlarımızdaki Asil Kanda Olduğunu” biliyoruz.